Örfümüz Adetimiz Töremiz

Dört Kapı Kırk Makam


Alevi-Bektaşi İnanç Terimleri

A-B-C-D-E-F-G-H-I-K-L-M-N-O-P-R-S-T-U-V-Y-Z

Abdal: Dünya ile ilgisini kesip, Hakka bağlanan veli demektir. Abdallık; aday, aşık, talip, derviş evrelerinden geçildikten sonra ulaşılan mevkiidir. Abdal sözcüğü, Batıni inanç içerisinde daha çok ermiş, olgun, yol gösteren din büyüğü, tarikat uluları için kullanılmıştır.

Abdest: Ab su, dest el demektir. El suyu anlamına gelir. İç temizliği, fenalıklardan arınmak. Alevi-Bektaşi inancından önce gönlün sonra gövdenin temizliği gelir.

Ağaç: Anadolu’da yaşayan aleviler yaşamın her alanında muhtaç oldukları ağaca derin bir saygı beslerler. Bu sevgilerini tek ve ulu ağaçları ziyaret kabul ederek, koruluklara kutsallık atfederek gösterirler. İslam inancından evvel Türk dünyasında önemli bir yeri olan ağaç, bu inançtan sonra da İslam motifleri ile süsleyerek ağaca saygı ve sevgisini sürdürmüştür.

Ağzı Kara: Bazı yörelerde Alevilerce Alevi inancından olmayanlara verilen ad.

Ahilik: Karahanlılar döneminden Osmanlılar dönemine kadar Türk esnaf ve işçilerini içine alıp bir düzen kuran ‘’ Mesleki Tarikat’tır.’’ Bir secereye göre Ahi’lik tarikatı Hazreti Ali koluna dayanmaktadır. Anadolu Ahilerinin piri, Horasan Erenlerinden Ahi Evren’dir. Ahi Evren’in altı düsturu vardı. Bunlar; ‘’ Elini açık tut. Sofranı açık tut. Kapını açık tut. Dilini bağlı tut. Gözünü bağlı tut. Belini bağlı tut ‘’ şeklinde özetlenmiştir (Şapolyo, 2004: 252). Eski paylaşımcı düşüncelerin ürünüdür.

Al-i Aba: Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşan aile. Olgunlar evi manasında Ehl-i Beyt de denilir. En geniş anlamıyla Haşimi ailesi demektir. Bu kavramı yalnız Abbasiler benimsemiştir. Şiiler sadece Fatıma’dan türeyen soyu kabullenmektedirler.

Ana: Her inanç ve topluluk gibi Ana sözcüğü Alevi-Bektaşi dünyası için de çok önemli ve eski bir semboldür. Ana sembolü insanlık kadar eskidir. M.Ö. 4. Yüzyılda bastırılan bir Pers Tarsos (Tarsus) sikkesinde görülen Uruk Güneş tanrısı ‘’ Ana ’’ adını taşımaktadır (Oğuz, 1992: 130).

Asa: Tekke şeyhlerinin taşıdığı uzun bastondur. Güç ve yetke temsilcisidir. Bektaşilikte yetki ve gücü temsil eder. Asa-Alaca değnek: genellikle şimşir ağacındandır. Bir kılıf içinde dede evinde saklanır. Dedeler cemi bununla idare ederler.

Asitane: Ünlü tekke ve dergahlara verilen ad.

Aşk: Sufilere göre kainatın ilk yaratılışında aşk ve muhabbet vardır. Allah hem seven hem sevilendir. O bizi sevmeseydi biz onu sevemezdik.

Aşık: Tanrı cemaline ve celaline hayran kimse. Cem içerisinde saz çalan on iki hizmet sahiplerinden biri olup, cemi yönlendiren dedeye de yardımcı olan kimse.

Aşure ve Muharrem Orucu: Arabi aylardan Muharrem ayının onuncu gününe verilen addır. Muhtemelen İbrani dilindeki onuncu anlamına gelen ‘’asor’’ sözcüğünden türemedir. Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturduğu, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da bu gün şehit edildiği gündür. Yeryüzüne var olan eski inanç içerisindeki uygulamalar kendilerinden sonra gelen inançları etkilemiştir. İslam alimlerinden Buhari, Abdullah ibn-i Abbas’tan şöyle naklediyor. ‘’ yani ilk tutulan oruç Aşure Orucudur ve Musa dinine uymak için sünnet olarak kabul edilmiştir. ‘’ ‘’ Yine Buhari bu konuda şöyle nakletmiş, Hz. Ayşe’nin ‘’ Şu Cahiliyyet zamanında Kureyşliler Aşure günü oruç tutarlardı, Resulullah da o gün oruç tutardı. Medine’ye hicretten sonra da bu oruca devam etti. ’’ Sözlerinden de anlaşıldığı gibi, kökü İslamiyet’ten çok çok eskilere dayanan bir oruçtur. Hz. Muhammed, Ramazan orucu başladığı zamanlarda bile, bu orucu tutmaya devam etmiştir. Hz. Muhammet de birçok hususta eski ilahi dinlerin hükümlerine uyuyordu (Yörükan, 2001:141-142). Aşure Orucunun geçmişi, Nuh devrine kadar götürülmektedir. Hicretten evvel Mekke’de her ayın üç gününde ve Muharrem’in onunda oruç tutulurdu (Yörükan, 2001: 145). Kısaca çok eski inançlardan İslam dünyasına giren Aşure ve orucu, 638 yılında Kerbela’da yaşanan acı olay ile birleştirilerek sürdürülmeye devam etmiştir.

Ayna: Tasavvufta Allah’ın tecelli ettiği kainat ve özellikle de kamil insanın kalbidir.

Ayin-i Cem: Alevi-Bektaşi ayini. Tarikata yeni birinin girmesinde de cem düzenlenir. Yol kardeşlerinin bir araya gelip muhabbet ve sohbet etmeleri, ya da ceme yeni katılacaklar için yapılan toplantı, ikrar töreni, nasip alma merasimi. Sözcüğün aslı Aynü’l cem’dir.

Babailik: On üçüncü yüzyılda Baba İlyas tarafından kurulmuş ve Anadolu Türkmenleri arasında yayılmış olan Şii-Batıni tarikat. Babai tarikatını Karamanlı olan Baba İshak'ın kurduğunu söyleyenler de vardır. Babailer süreç içerisinde Bektaşilik içerisine karışmış, kendi değerlerinden izler de getirmişlerdir. Bektaşi inanç önderlerinin bir kesitine Baba denmesi bundandır (Kaya, 2010. 131).

Ayin-i Cemşid: Bektaşilerin dolu alınan törenleri.

Baba: Bektaşi şeyhlerinin bir kesiminin unvanı, Nefsini yenmiş olgun hale gelmiş kişi.

Babeki: Dokuzuncu yüzyılda İran’da patlayan toplumcu, ihtilalci bir halk hareketinin önderinin adı Babek’tir (Oruçoğlu, 1993: 72).

Bacı: Tasavvuf yolunda aynı inançtaki kadınlar için kullanılan söz.

Bade: Düşte Pir’in veya Hızır’ın elinden alınan, dolu olarak adlandırılan, tadı ve evsafı tam olarak bilinmeyen, uyandığında aşığa başkalık hissi veren, Er Dolusu, Pir Dolusu adlı içkidir.

Bağlama: Alevi-Bektaşiler kadar Anadolu’da yaşayan hemen hemen her inançtan topluluğun severek kullandığı bir çalgıdır. Bağlama Tambur tipli çalgılar gurubundandır. Tambur tipli çalgılara M.Ö. 3000'li yıllarda Akad devri mühürlerinde rastlanmaktadır. M.Ö. 2000'li yıllarda Doğu Asya, Mezopotamya ve Doğu Akdeniz’de daha küçük yapıdaki tamburlara rastlanmıştır. Bağlama benzeri çalgıların Anadolu ’da en eski örneklerine M.Ö. 1680- 1375 yıllarında Eski Hitit döneminde rastlanmaktadır. Bağlama çeşitlerinin bolluğu bu çalgının Anadolu’nun yerli çalgılarından olduğunu göstermektedir (Öztürk, 2005: 15-18).

Batın: İç, gizli sır, bir şeyin iç yüzü. Allah’ın isminden birisi Batın’dır. Batın Allah’ın kimseye bildirmediği sırlar olup bu sırlara belli bir terbiye sonrasında ulaşılır. İnanç içerisin de kendisini yetiştirip olgunlaşan insanlara ‘’ Ehl-i Batın’’ denilir. Batıni ilmi kavrayanlar için zahirin bilimi olan şeriatın gereği kalmaz. Marifet yeterlidir (Kaya, 2010: 144).

Batın Kılıcı: Erenlerin sillesi, manevi cezası.

Bezm: Dernek, toplantı.

Bezm-i Elest: Allah’ın ruhları yarattıktan sonra ‘’ Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’’ dediği an. Bu andan sonra levhü kalem ile ruhların ve insanların kaderi yazılmıştır. Allah ile ruhlar arasındaki bu toplantıya Bezm-i Elest denmiştir. Allah bu ruhları denemek için fani dünyaya göndermiştir, denenmektedirler.

Bozatlı Hızır: Darda kalanların anında yardımına yetiştiğine inanılan mitolojik ulu kişi. Buna Yol iyesi de denir. Mitolojik Köroğlu’nun kır atı bu inancın farklılaşmış şeklidir. Bunu en iyi yöreden yetişen Pir Sultan Abdal anlatmıştır.

Boz Atlı Hızır
Bir yavru yolladım gurbet ellere Emanetim sana Boz Atlı Hızır Bu gelen kullara imdadın olsun Emanetim sana Boz Atlı Hızır
Nice günüm oldu bahtım karalı Nice güngörmüşüm aklı karalı Yavrudan ayrıldım yürek yaralı Emanetim sana boz Atlı Hızır
Bekçi olup dört köşede oturun Bunalan kulların işin bitirin Car diyeni muradına yetirin Emanetim sana Boz Atlı Hızır
Hak’tan gelir kuldan kula zulüm yok İmanım var vadesize ölüm yok Senden gayrı kanadım yok kolum yok Emanetim sana Boz Atlı Hızır
Pir Sultan Abdal’ım gör ki n’olacak Gözledim yolları yavrum gelecek Sultan Tekke’sinde murat alacak Emanetim sana Boz Atlı Hızır

Eski halk hikayelerinde, kahramanların yardımına gelen kişi ak sakallı, uzun boylu, merhametli, nur yüzlü, boz atlıdır. Deryalar üzerinden çıkıp gelir. Boz atlı ve Hızır kavramlarının zamanla bütünleştiği anlaşılmaktadır (Kaya, 2010. 173).

Buyruk: Alevi-Bektaşi inancında öne çıkan, velayet, pire bağlanma, zikir, tövbe, murakebe, tevazu, ilahi aşk, insan-ı kamil, On iki imam, On dört Masum, On yedi Kemer Best, yol, edep, erkan gibi konuları içeren, eserlere verilen ad. Menakıbname, Menakıbül Evliya, Menakıbü’l Esrar ve Behcetü’l Ahbar gibi eserler Buyruk olarak adlandırılır. En çok İmam Cafer ve Şeyh Safi burukları bilinmektedir. Buyrukların amacı talibi eğitip olgun insan haline getirmektir. Bunun yolu Buyruklardaki Dört kapı Kırk makam’ı bilmekten, Üç sünneti, Yedi farzı yerine getirmekten geçer.

Caferi: Altıncı İmam Caferi Sadık’ın görüş ve düşüncesini benimseyip yoluna bağlı olan, Caferi mezhebinden kimse demektir. Caferi inancına göre İmam Caferi Sadık son imamdır.

Can: Tarikat eri, Özellikle ikrar töreninde nasip alan talip için kullanılır. Gönül, ruh anlamına da gelir. "Can cümleden aziz" sözü ile kardeşin her şeyden değerli olduğu vurgulanmıştır. Çünkü yolda herkes kardeştir.

Cebrail: Aleviler horoza Cebrail derler. Bektaşi süreğinde Cebrail aklı sembolize eder. Peygamberlere vahiy getiren melektir. Akılı sembolize eder.

Cem: Toplanmak, bir araya gelmek. Toplu halde,ikrarlı canlarca yapılan Alevi-Bektaşi ibadetinin adı. Kulun kendinden geçip, Hak Taala ile beraber olmasıdır. Cem ‘’Ali Divanı’dır.’’ Ayn-ı Cem diye de adlandırılır.

Cennet: Gönüldür.

Cönk: Halk şairlerinin şiirleri ve çeşitli folklorik bilgilerin kaydedildiği, uzunlamasına açılan, sırtı dar, ensiz, deri kaplı el yazması eski defter.

Çark-ı Felek: Üzerimizde dönen gök kubbe.

Çelebi: Mevlana soyundan ve Hacı Bektaş’ın nefes evlatlarından gelenlere verilen ad.

Dar: İdam sehpası, Cem meydanının orta yeri, Muhib’in (Talibin) meydanda can feda etmek için ikrar verdiği yerin adı. Hallac-ı Mansur’un asıldığı direğe verilen ad. Dar duruşu cem içerisinde teslim oluş ve başkaldırı kültürümüzün yaşatılmasıdır. İnançları nedeniyle büyük acılar çekmiş ulu şahsiyetleri meydanın orta yerinde sembolleştirmedir. Dar; meydan veya Darağacı anlamına gelir. Candan, baştan geçip her şeyini yol uğruna vermeye hazır olmak demektir. Teslimiyet duruşudur.

Dar-ı Mansur: : Hallac-ı Mansur’un asılması anını simgeler. Ayak mühürlü, kollar göğüste çapraz, baş öne eğik durulur. Dalındaki kırmızı gül Mansur’un simgesidir.

Dar-ı Fazlı: Fazlullah Hurufi (1339-1394) Esterebat’lıdır. Timur’un oğlunca kafası kesilerek öldürüldü. Kişi yüzüstü yere kapanarak Fazlı’nın öldürülüşünü sembolize eder.

Dar-ı Nesimi : Fazlullah Hurufi’nin damadı ve Azeri olan İmadeddin Nesimi’nin inancından dolayı Halep’te 1404-ya da 1414 yılında derisinin yüzülerek öldürülüşüne atıftır. Diz üstü çökülerek gerçekleştirilir.

Dar-ı Fatma : Hz. Fatıma-tül Zehra (606-632) babasının önünde ayaklarını mühürleyerek hizmet eden Fatıma’nın duruş biçimidir. Dar, hayatiyet verir, yanlışa düşeni uyarır. Suçluyu başa döndürüp, düşündürür. Doğruluğa, erdeme, edebe çağırır. Dar-ı Hüseyin’de denir. Fatma ışığın, nurun doruğudur. Fatma el Kübra yani ulu Fatma Alamet İsmaillerinde büyük Hojjattır. (Tanık-kanıt-hüccet). İmam Ali’nin tanığıdır. Fatma, Nur’da bir taç üzerinde oturmaktadır. Dar, Tanrı huzurunda hesap vererek kavuşma yeridir. Dünya ile ahretin kesiştiği noktadır. Dar meydanı ar meydanıdır. Meydan cennettir.

Dede: Peygamberin torunu Hz. Hüseyin soyundan geldiklerine inanılan Seyyid’lere verilen ad. Alevi inanç önderidir.

Delil: Cemlerde yakılan yol gösterici kabul edilen kandil. Işığın temsilcisi. Horasan çerağı, Delil de denir. İlahi nur. Çerağ da denir. Çerağ Tanrı’nın nurudur. Delil yol gösterici demektir.

Dem: Vakit, zaman demektir. Cemlerde sembolik oranda içilen doluya verilen ad. Balım Sultan kurallarına (erkan) göre, şeriat ve tarikat kapılarındakiler dolu alamaz, hakikat kapısındakiler ‘’ mühaberet ’’ yani uygunluk vardır. Marifet makamında Hak ile bir olanlar için de dem günahtır (Birdoğan, 1995.141). Aleviler cemlerde sembolik olarak bir adab içerisinde içtiklerinin ‘’Kırklar Meclisindeki’’ ‘’üzüm suyunu’’ temsil ettiğine inanırlar. Cemlerde sıklıkla söylenen iki dörtlük şöyledir.

Payım gelir erenlerin payından
Muhammed neslinden Ali soyundan
Kırkların içtiği engür suyundan
Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver

Cennetin kapısın Kırklar açtılar
Tohumunu yeryüzüne saçtılar
Bir üzümü engür deyip içtiler
Size mescit bize meyhane düştü

Anadolu Alevileri daima Ali aşkı ile sarhoş olurlar. Bu konuda Virani’nin bir dörtlüğü şöyledir.

Ali’dir kadehim Ali’dir şişem
Ali’m sahralarda morlu menekşem
Ali dolu yedi iklim dört köşem
Tadına doyulmaz balımdır Ali’m’’
(Er, 1996: 164-168).

Dergah: Şeyhler ve dervişlerin barındığı, inanç ve ibadetlerini yapıp, yaydığı büyük tekke.

Derviş: Tarikat mensubu, mürit. Tekke ve dergahlarda tarikata hizmet eden gönüllü kimse.

Deyiş: Aşıkların saz eşliğinde söyledikleri inanç ağırlıklı şiirler.

Dolu: Alevi - Bektaşi cemlerinde alınan sembolik içki.

Don Değiştirme: Ermiş kişilerin, bazı kuşların ya da sevilen başka canlıların kılığına girerek, o kimlikte kerametini göstermesine verilen ad.

Dost: Gerçek sevgili, Allah.

Dört Kapı: Alevi-Bektaşi öğretisinde; Şeriat, Tarikat, Hakikat, Marifet adı verilen aşamalar.

Düşkünlük: Alevi yolundan olan birinin yolun yasakladığı suçlardan birisini işlemesi durumunda, meydan kararı ile suçlu bulunarak, kendisi ve musahibinin (eşleri ile birlikte), dört kapılı olarak, yoldan çıkarılmaları anlamına gelen bir cezalandırma biçimidir. Süreli ve süresiz düşkünlük adı altında ikiye ayrılır. Süreli düşkünlüğe bazı yörelerde ‘’müşkül’’ adı verilir (Er,2006: 157).

Düvaz/Düvaz İmam: Cemlerde nefeslerden sonra On iki İmam için söylenmiş övgü koşuklarıdır. Çoğunlukla koşma tarzında söylenen, şiirler. Farsça 12 anlamına gelen Düazdeh sözünün karşılığıdır.

Ebu Süfyan: İslam kapitalizminin babası sayılan, Emevi Devletinin kurucusu Muaviye’nin babasıdır.

Ehl-i Hak: Batı İran’da yayılmış bir mezhep. Allah adamı da demektir.

Enel Hak: Hallac-ı Mansur’un söylediği ‘’ Ben Hakkım ‘’ manasına gelen meşhur söz.

Er: Edep ve erkana göre yola saygılı, nefsine boyun eğmeyen kişi. İnancın, yolun bekçileri.

Erdebil Dergahı: Şeyh Safiyuddin Erdebili tarafından kurulan, Güney Azerbeycan bölgesinde bulunan Erdebil şehrinden ad alan dergah. Şeyh Safi Halvetilik tarikatı ile daha birçok sufi anlayışları sentezleyerek Safeviyye ve Erdebiliyye adlı bir tarikat kurmuştur. Şeyh Safi zamanında çok ünlenmiş ‘’Tanrı’ya eren kimse’’ manasında ‘’ arif bil-hakk ‘’ diye anılmıştır. O devrin alimler hocası Zahid Gilani ona ‘’Pir-i Türk’’ diye hitap ederdi. Erdebil Gelhoran köyünde doğan Şeyh Safi 1252-1334 yılları arasında yaşamıştır. Erdebil Dergahına bağlı olan müridler, on iki dilimli kırmızı başlık/külah giydiklerinden kendilerine ‘’ Kızılbaş Taifesi ’’ denilmiştir. Erdebil Tekkesinin Hacı Bektaş Dergahı ile sıkı ilişkileri olmuştur (Makalat Şeyh Safi Buyruğu, 2008: 17-18).

Erenler: Allah’a yakınlık peyda etmiş, velilik mertebesine ulaşmış kişiler.

Erkan: Tarikat içerisindeki izlenecek kuralların tümüne erkan denir.

Erkan/Tarık Çubuğu: Tarık Değneği, Değnek, Erkan Değneği, Çubuk, Cem Çubuğu gibi daha birçok adlarla da anılır. Alevi-Bektaşi öğretisinde, Cebrail tarafından cennetteki tuba ağacından alınıp, Hz. Muhammed’e ‘’ Allah’a ikrar ’’ için çalınan kutsal değnektir. Tuba ağacının dalları aşağıda kökü yukarıda, meyvesi hiç tükenmeyen büyük bir ağaç olduğuna inanılır. Hz. Muhammed 628 yılında Hudeybiye’de Müslümanları bir ağacın altında toplayarak kendisine bağlılık yemini ettirip biat almıştır. Bu sırada kendisine inanıp biat edenlerin sırtına ağaçtan kestiği sopayı vurarak onları kutsadı. Bu biat törenine ‘’ ağaç biatı ’’ anlamında ‘’ Biat-ı Secer ‘’ ya da ‘’Biat-ı Rıdvan ‘’ ‘’ Cennet Biatı ‘’ denilmektedir. Halife Ömer bu ağacı kesince Hz. Ali yanlıları ağacın dallarını sakladı ve cemlerinde ikrar asası olarak kullandılar (Dedekargınoğlu, 2010: 293). Erkan değneği dede evinden alınıp başka bir eve götürülürse yılan olup geri döneceğine inanılır (Bozkurt, 1990: 141).

Eşik: Dış, zahir alemden iç yani batın dünyasına adım atılan yer manasındaki eşik kutsaldır.

Evlat ve Kadın: Anadolu değişik medeniyetlerin birbiri üzerine yığdığı kültürler ile bezeli bir topraktır. Böyle bir topluluğun insana bakışı da ayrı bir özellik taşır. Anadolu insanı insanın içinde insanlık arar. Şekli değil özü sever. Ailede mutluluğun yolu her ferdin ayrı ayrı sorumluluğunun bilincinden geçer. Bu bakımdan yüz yıla yakın bir zaman önce derlenmiş olan şu metnin çok büyük önemi vardır.

Kalk demeden kalkan evlad
Tut demeden tutan avrad
Günde devlet günde devlet

Avradın iyi; ne işin var düğün evinde?
Gir gir oyna, çık çık oyna!

Avradın kötü; ne işin var yas evinde?
Gir gir ağla, çık çık ağla!
(Yalman, 1977: 504).

Eyvallah Kapısı: Bektaşi dergahlarına gelen Baba ve Ata’ lar ‘’ Pir Evi’nin ‘’ ‘’ Eyvallah Kapısı’nda ’’ yetiştirilirlerdi. Dergahta en alt seviyeden başlayanlar ‘’ odun taşımak, temizlik yapmak, günlük işleri yerine getirmek, çapa yapmak’’ gibi işlerde tam bir feragatla çalışırlar, feyz alırlardı. Pirleri tarafından takdir edilenler derviş olurlardı. Tekkeye 12 sene 6 ay hizmet ettikten sonra ya bir baba makamına atanır ya da izin verilirse başka bir bölgede tekke açarlardı. Antalya Finike’deki Kafi Baba Dergahı’nda posta oturan Kalecik’li Haki Baba buna örnektir (Ulusoy, 2002: 212).

Fatma Ana: Tüm Seyyidlerin Ehli Beyt’ ten İmamların anasıdır. Niyaz yeri, küre, yani ocak; çiğlerin piştiği yerdir. Ocak/Küre FATMA ANA ocağını simgeler. Ali tarikatta Kapının, Fatma Ocağının sembolüdür. Fatma, kara renkle sembolize edilir. Fatma el Kübra (Ulu Fatma) Alamutlu İsmaililer’de büyük Hojjattır. Yani büyük tanık büyük kanıttır. İmam Ali’nin en büyük tanığıdır. Fatma Ana motifi görgü cemlerine gülbenglere girmiştir. Fatma temiz yüreği ile nurun doruğudur. Bektaşilikteki Pençe-i Ali Aba; Ehlibeyt’ i gösteren insan yüzü, Fatma Ana’dır. Ali’nin eşi Fatma da, Hacı Bektaşi Veli’nin yardımcısı Fatma da (Kadıncık) mirasçıdır ve simgedirler. Bazı dergah yöneticileri kadındır. Eşik, Fatma Ana’yı simgeler. Işık mistik ışık ve bilgiye girişin simgesidir. Koyu sarı ve siyah renk Fatma Ana rengidir. Sarıkız sembolü olarak da kullanılır.

Fıkra-i Naciye: Selamet yolunu bulmuş, kötülüğe kıymet vermeyen olgun sıfatlı insanlardan oluşan inanç gurubu. Ehli Beyte bağlanarak kurtulan kimseler.

Gadir Hum: Hz. Muhammed’in Hz. Ali’yi vasi, vekil, tayin ettiği halife adayı olarak gösterdiği ünlü konuşmasını yaptığı yüksek yerin adı.

Gayb: Gizli olan, görünmeyen evren, Cenabı Hak. Varlığına inanılan ama çıplak gözle görülmeyen belirsizlik.

Gayb Erenleri: Dünya var oldukça var olan sayıları on olarak ifade edilen, bilinmeyen erenler.

Gaziyan-ı Rum: Anadolu erenleri.

Gönül: Tasavvufta Allah’ın mekanıdır.

Güvercin: Gönül ve sır ulağı. Kuşlar içinde mazlumluğun sembolü.

Hace: Okumuş, bilgin kimse, hoca, efendi, müderris, çelebi. Harzemşah ve Gazne’de vezir demektir. Tüccar manasında da kullanıldığı yerler vardır. Haceler tarikatı Nakşibendiliktir.

Ham Ervah: Olgun olmayan, kaba, incelikten uzak kişi.

Hazret: Kutsal sayılan adların başına eklenen saygı ifadesidir.

Horasan Erenleri: Horasandan gelen dervişler manasında değil, Melametiyye mesleğinde sofiler demektir. Horasani deyimi ‘’ Iraklı’’ karşılığıdır (Noyan, 1998: 182).

Hu: Allah isminin son harfi H nin okunuşudur. Anlamı Arapça O dur, Allah demektir.

Hurufilik: Tanrı’nın söz biçiminde kendini gösterdiği ve harflerle belirlendiği inancını taşıma. Hurufi öğretisinin piri Fazlı Yezdan Farisi’dir. Fazlullah Hurufi Esterebatlıdır. Hurufi öğretisini anlattığı kitabının adı Cavidanname’dir (İlmi Cavidan, 1998: 3).

Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin felsefesine bir örnek: Topluma her konuda kalıcı öğütler bırakan Hacı Bektaş Veli paylaşımcı ruhu ile şunları söylemiştir: "Bir Bektaşi ışığını tüm insanlara dağıtan güneş gibi cömert olmalıdır. Nefse yani bedensel isteğe karşı verilen savaş Cihad-ı Ekber yani büyük savaştır. Şeriatta bu senin bu benim Tarikatta hem senin hem benim Hakikatte ne senin ne benim" (Odyakmaz,1988: 80-225).

Işık: Alevi Bektaşiler bazı dönemler bu ad ile anılmışlardır. Batıni ve derviş anlamlarında da kullanılmaktadır. Bursalı İsmail Hakkı’nın 1704 yılında yazdığı ‘’ Ruh-ül Mesnevi’’ adlı eserde Hurufileri ‘’ Habis’’ olarak görmekte, onlara namaz kılmadıkları için ‘’ zındık’’ demekte, ‘’ Işık’’ tayfasından saymaktadır (Armağan, 2008: 85).

İblis: Göze görünmeyen, insanları doğruluktan uzaklaştırıp kötülüğe sevk eden, ateşten yaratıldığına inanılan, sürekli olarak isyan ve kibir içerisinde olan, Adem’ e secde etmediği, Allah’a ibadet ettiği halde cennetten kovulan melek.

İkrar Vermek: Tarikata giren talibin mürşidine teslim olmasıdır.

İlmi Ledün: Allah’ın sırlarını ihtiva eden manevi bilgi. İlmi ledün ‘’Hal ehline’’ Allah tarafından ilham yoluyla verilir. İlmi Ledün’ ü elde edebilmek için insanın nefsini terbiye edip, kalbini temizlemesi şarttır. Bu ilim kişiye hastır ve mahremdir.

İnsan-ı Kamil: Hak ile halk arasında vasıta olan olgun insan. Olgunlaşan insan Hak'ka ulaşmış demektir. Onu seven Hakkı da sever, ona isyan eden Hak’ka da başkaldırır.

Kaleli: Anadolu’da Alevi-Bektaşi inancında bazı sülaleler Galalı, Kalalı, Kaleli lakabı ile anılırlar. Bunlardan bazıları da sonradan Kaleli soyadını almışlardır. Bir eski kaynakta Kal’ali’ler ile ilgili şu not bulunmaktadır. Kalaliler’e bir inanç fıkrası yani gurubu olarak rastlanılmamıştır. Hasan Sabbah tarafından idare edilen, Alamut Kalesindeki Batıni akım içindekileri kast etmektedir (Yörükan, 2002: 9-13).

Kalender: Melametiliğe bağlı bir gurup. Nefsi köreltmek için birçok değeri önemsemeyen bir tasavvufi düşünce. Kısaca herşeyi hoş gören kimse.

Kara Kazan: Hacı Bektaş Veli’nin kardeşi Menteş tarafından Moğol Hanı’nın çadırından alınmıştır. Simgedir, ocağı vurgular. Kara kazan Hunlara özgüdür. Kara kazan şimdi Ankara Entoğrafya Müzesi’ndedir. Yeniçeri ocağı bazı rivayetlere göre Orhan Bey’in ricası üzerine o sırada Bursa’da bulunan Abdal Musa tarafından kurulmuştur. Yeniçeriler de Abdal Musa kanalıyla Hacı Bektaş Veli’yi Pir tanımışlardır. Yeniçeri odalarında Hünkar Hacı Bektaş Veli tarafından hediye edildiği söylenen ‘’ Kazan’ı Şerif ’’ adı verilen bir kutsal kazan bulunurdu. Bu kazandan yemek yenmemesi isyan başlangıcı sayılır ve çok korkulurdu (Koca, 2000: 14- 56).

Kaygısız Lokması: Alevi sofralarında yemek sonunda dua edildikten sonra Abdal Musa ve arkadaşları onu her an aralarında yaşatmak için yemeklerin sonunda adına birer lokma daha yeme adedi getirmişlerdir. Bu inancın oradan kaldığı söylenir. (Çelik, Tarihsiz: 106).

Kalender: Allah yoluna kendini vererek, dünya ile bağını kesen kimse. Alçak gönüllü insan.

Kerbela: Irak’ta Bağdat şehrinin yüz km. güneybatısında el Kerbela eyaletinin başkentidir. Şii ve Alevilerce kutsal sayılan şehirlerdendir. Emevi hanedanı Yezid’in ordularınca Hz. Hüseyin ve çevresindekiler burada şehit edilmişlerdir.

Kırklar: Alemi yöneten, Hz. Ali’den feyz alan kırk kişi (Bozkurt, 1990: 274).

Kırklar söylencesi Alevi mitolojisinin temel taşıdır. Yolun kurucularıdır. Hz. Muhammed’in Miraca çıkıp Hak ile buluştuğu gün yapılan bir cemi sembolize eder. Ancak, sonsuza kadar yaşayacağına inanılan Kırklar veya Kayıp eren ruhları İslam öncesi inançlarına dayanmaktadır. ‘’ Kırk Erenler’ Hak’ka kavuşmuş kimseleri ve seçilmiş insanları kendi saflarına dahil ederler (Beydili, 2005: 313). Hz. Muhammed, Allah tarafından Mehrac’a davet edildiği anda, Hz. Ali’nin Mürşid, Hz. Hüseyin’in Pir, Hz. Muhammed’in de Rehber olarak yer aldıkları ceme ‘’ kırklar Cemi’’ adı verilir. Kırklar ceminde; Cebrail, Fatimatı Zehra, İmam Hasan, Kamber, Cabiri Ensar, Veysel Karani, Selmanı Farisi, Bilali Habeşi, Mahmut el Ensari, Gulam Kısani, Ebuzer’i Gaffar, Amir’i Eyyar, Hüzeyme, Malik’i Ejder gibi 23 erkek ile 23 bacı Kırkları meydana getirmişlerdir. Cenab’ı Hakk’ın Tevhid’i yeryüzünde yaşayan insanlara armağan ettiğini söylediği anda Cebrail bir üzüm tanesi getirip Selman’ın keşkülüne koymuştur. Kudretten bir el gelip, o üzüm tanesini ezip şerbet ederek kırklara içirmiştir. Mest olan Kırklar Hak ile bütünleşip özdeşleşmek üzere semah dönmeye başlamışlardır (Temiz, 1997: 151).

Kırk Budak: Hacı Bektaş Tekkesinde bulunan, bronzdan yapılmış, kırk kollu şamdana verilen addır. Bu şamdan, Nevruz günü ve 10 Muharrem günlerinde olmak üzere senede iki kere yakılır (Kaya, 2010: 436).

Kırklar Şerbeti: Beyaz bir kase içerisinde hazırlanıp, biat gecesi talibe içirilen şerbettir.

Kurban: Alevi - Bektaşi inancında Hak yolunda kendi nefsinden geçen insandır. Cem törenlerine getirilen yiyeceklere kurban adı verilir. Hakka en yakın olmanın sembolüdür. Orta Asya’da Kurban’a Tolu ya da ‘’ Dolu ‘’ derler. Kansız kurban ise “ Saçı ” diye adlandırılır. Horoz ‘’Cebrail kurbanı’’ diye anılır. Güneşi yeniden dirilişi ve sonsuz yaşamı simgeler. Horoz tanrının tahtı altında durur. Tanrının katındaki beyaz horoza melekler tapınır. Zerdüşt dininden geçmedir. Avesta’ da geçer. Birçok toplum gibi Türkler de kurban kesmeyi kutsal bir görev bilmişlerdir. Türkler ağırlıklı olarak kurbanları kutsal saydıkları yerlerde bel kemiğini kırıp, kanını akıtmadan kurban ederlerdi. Yaktıkları ateş uluğ od (büyük ateş) idi. Ateşe rakı serperlerdi. Alevi Bektaşiler kurbanı tığlarlar, yani kurbanın kanını yere akıtmazlar. Kara kazanlarda pişirilen kurbanın kemikleri özel bir yere gömülür. Bazı Alevi guruplarında tığlanıp, parçalanmadan kara kazanlarda bir bütün olarak pişirilen kurbana Terceman denir. Cemde herkesin helalliği alınarak yenilebilen lokmalara Rıza Lokması denir. Haşlanmış etin parçalanmış payına Tahtacılar Ülü, Ülüş derler. Her tarikat yolcusu bir kurbandır. Kurbanlar, Hakka hakikate yürümek, Hakka kavuşma için kesilir. Kurbancı tarafından kurbanın iki arka, bir ön sol olmak üzere üçayağı bağlanır. Yönü Kıble’ye çevirir kulağı ile gözünü kapatır. Kazılan çukura kanı akacak şekilde yatırılır. Kurbancı; “Ferman-ı Celil, Kurban-ı Halil Feda-i İsmail, delil-i Cebrail, Süphan Allah Elhamdülilah, Allahü ekber Vallahi ekber ve İlah’i hamd, destur imam, destur Şah…” diye, dua eder. Bıçağın yan yüzünü koyunun boğazına tutup “ Ya Allah ya Muhammed ya Ali ” diye üç kez sıvazlar ve keser. Cemlerde kurbanın işaret vermesi beklenir. Kurbana, adak, iç kurbanı, eşkere adı da veriliyor. Pir Sultan Abdal, ‘’ Evvel kurban verdik Şah’a serimiz ’’, der. Kurban, ölmeden ölmeyi simgeler. Gerçek kurban nefsini tığlayan taliptir. Kurbanın kemikleri, kırılmaz, rastgele bir yere atılmaz, bir torba içerisinde ayakaltından uzakta bir yere gömülür. Bu davranış kalıbının kökenleri mitolojik çağlara, eski inançların yaşandığı dönemin Kuzey ve Orta Asya’sına kadar gider. Kurban kemiklerinin kırılmaması inancı Moğollar ve Türklerde müşterek sürdürülen bir gelenektir. Bu davranış canlıların yeniden kemikten türeyeceği inancından kaynaklanır. ‘’Kemikten dirilmek’’ Alevi ulularının güçlerinden biridir (Bozkurt, 1990: 33).

Kurbanın Başı: Anadolu’da pek çok yerde kurbanın başı dedeye sunulur. Bu gelenek küçük bir ayrımla Kazak Türklerinde yaşar (Bozkurt, 1990: 85).

Kün: Aşıkpaşa Raks Risalesi XV. Yüzyıl’da; Allah kendini bildirmek ve alemi yaratmak isteyince kudret diliyle ‘’ kun ’’ ‘’ ol ‘’ emrini verdi. Bir ilahi nağme koptu. Bu nağme on iki perdede karar kıldı. On iki perdeden dört oyun doğdu. (Çerh, Raks, Muallık, Pertav). Allah alemi yaratınca nurunu da onun üzerine bıraktı. Bu nurun zevkiyle bütün alem güldü. O ilahi nağmeden dört saz ve sözden on iki perdeden vücuda gelen oyun bu aleme nasip oldu. Anasır-ı Erbaa (Dört eleman; toprak, su ateş, hava) bu oyuna uygun düştü (Ersoy, 2007: 4)

Levh-i Mahfuz: Tanrısal sırların yazıldığı levha, Tanrı bilgisi (Makalat, 1998: 65). Göğün yedinci katında Allah kudretiyle insanların kaderinin, ezelden ebede kadar olup bitecek her şeyin üzerinde yazılı olduğu ilahi levha. Ümmü’l kitap Ana Kitap olarak da bilinir. İnciden yapılmış, kalemi nurdan, devasa büyüklükte, kırmızı yakuttan, üst tarafı arşta asılı olduğu söylenen kitap. Sofular için aslı nurdur. Levh-i Mahfuz’da kalemin kağıda ilk değdiği şekle nokta denir.

Ledün İlmi (Gayb ilmi): Hızır peygambere ait olan Allah gizlerine ait bilim demektir. Hurufilik adıyla Esterebad’lı Fazlullah Hurufi tarafından yayılmıştır.

Lokma: Alevi-Bektaşi inancında ibadet sırasında özel günlerde yenen yemek, Kudret lokması olarak da bilinir.

Medetname: Alevi-Bektaşi aşıklarının Ehl-i Beyt’ten ve On iki İmam’dan yadım diledikleri, istimdatname denilen şiirlerdir.

Mersiye: Başkurt, Özbek ve Tatarların ağıta verdikleri isim. Hakk’a yürüyen Alevi-Bektaşi büyüklerinin özelliklerinin anlatıldığı, ağlayarak söylenen şiirlerdir. Ağırlıklı olarak yas ayı kabul edilen Muharrem ayında söylenmektedir.

Mehdi: Sözlük anlamı, ‘’ hidayet edici, kurtuluşa ulaştırıcı rehber’’ demektir. Ahir zamanda Allah tarafından gönderilecektir. Mehdi düşüncesi Şiilerin merkezi Kufe’ den yayılmıştır. Bir kültür merkezi olan Kufe mitolojik inançlar ile felsefi akımların barınağı bir eski kenttir. Şii düşüncesine göre Mehdi mutlaka Ehl-i Beyt’tewn biri olacaktır. İmamiye fıkrasına göre Mehdi hicri 256 yılında doğmuş, dünyanın herhangi bir yerinde yaşamaktadır, ölmemiştir (Tekin, 2011:220).

Mengüş: Evlenmeyen mücerret Bektaşi dervişlerinin kulağına takılan küpe.

Mersiye: Mevali: Azadlı köle demektir. Eskiden Arap topluluklarında hürler ile köleler arasında sayılan bir guruptur. Mevaliler genellikle istilacı İslam orduları tarafından İran Türkistan gibi ülkelerin halklarından olanlara deniyor ve ikinci sınıf insan sayılıyorlardı (Sever,1996: 184). Günümüzde Urfa Kısas köyünde yaşayan Aleviler kendilerini Mevali diye adlandırırlar.

Mezhep: Gidilecek yol demektir.

Muaviye: Ebu Süfyan’ın oğlu ve 661-680 yılları arasında ilk Emevi halifesidir. Soyu Kureyş kabilesindendir. Ebu Süfyan soyundandır. Bunlar Ümeyyeoğulları ya da Emeviler diye bilinirler. Muaviye, Şam valisi olarak Hz. Ali’ye başkaldırmış, Hz. Ali Hakka yürüdükten sonra halifelik yetkilerini Hz. Hasan’dan alarak Emevi saltanatını kuran kişidir. ‘’…. Ebu Süfyan ve kabilesi geçmişten bu güne ekonomik pazar denetimi üzerinde etkili idi. Kabe’de ellerinde bulunan putlardan da çeşitli gelirler elde eden bu kabile, birden put egemenliğinin yıkılması ve egemen konumlarından olma gibi kaygılarla yeni dine karşı çıkmışlardır. … Peygamberin yanında olan Halife Ali’nin babası Ebu Talip, Ebu Süfyan’dan ‘’ Dost görünmeye çalışan, ancak içinde gürül gürül kaynayan kinleri gizleyen biri ‘’ ifadesini kullanır. ‘’ …. Muaviyenin atası Ebu Süfyan zorla Müslüman olmuş, 21 yıl savaştığı İslamiyet’i kabul etmek zorunda kalmıştır ’’ (Tonga, 2011:105-111-114).

Muharrem Orucu ve Aşure: Muharrem Hicri takvimin birinci ayı demektir. Aşura sözlük anlamı olarak Muharrem ayının onunu gösterir. Bu tarih Miladi takvimde 680 yılı 10 Ekim’i demektir. Bu gün Kerbela’ da İmam Hüseyin’in şehit edildiği gündür. Bu gün tüm Aleviler tuttukları matem orucunun sonunda Aşura Çorbası veya’’ İmam Hüseyin Yemeği’’ yerler. Bu gün peygamber ailesi katliama uğramış aynı zamanda da İmam Zeynel Abidin kurtularak yolun sürmesini sağlamıştır. Bu şükran duygularını da yansıtır. Muharrem orucuna Kurban bayramından 20 gün sayılarak oruca başlanır. 20. ci günün akşamı oruca niyet edilir, 21. Gün oruç tutulmaya başlanır (Zelyut, 1991: 317).

Musahip: Manevi kardeş, yol, tarikat kardeşi, Hz. Ali’nin yol kardeşi yani musahibi Hz. Muhammet’tir. Sosyal akrabalığın geliştirilmesini amaçlar.

Mührü Süleyman: Hz. Süleyman’ın bütün yaratıklara hükmettiği yüzüktür. İki eşkenar üçgenin oluşturduğu altı köşeli yıldız şeklindedir. Her bir köşesi İbrahim, İshak, Yakup, Musa, Harun, Davut peygamberlere aittir. Hz. İbrahim yıkanır iken bu yüzüğü bir deve kaptırmış, böylelikle hüküm bir müddet bir devin elinde kalmıştır (Kaya, 2010. 555).

Mürşid: Tarikata gelenleri bilgilendirip yol gösteren kişi.

Nech’ül Belaga: Hazret-i Emir Ali İbn-i Ebitalib yani Hz. Ali’nin hutbe, veciz sözleri, emirleri, mektupları, hikmetli sözlerinin, tavsiye, öğüt ve vasiyetinin yazılı olduğu kitap (Ali ibn-i Ebitalib, 1989: 1-10).

Nefs: Vücudun en bayağı tabakası. İnsanın içindeki yıkıcı arzu ve kötü duyguların tümüdür. Alevilik nefsinden ve benliğinden uzaklaşmış olgun insan yetiştirmeyi amaçlar. Alevi Bektaşi düşüncesinde olgunluğa giden yol da kişinin en büyük düşmanı nefistir. Nefisten arınmak insanı doğru yola, doğru yol da bilgiye götürür. Bir kişinin cem yoluyla olgunlar meclisinde muhabbete girmesi onu bilgiye, bilgi de gerçek dostlara götürür.

Nefes: Aşıkların sazla söyledikleri tasavvufi şiirler. Türk tasavvufunda tarikatların ayin ve törenlerinde okunan ezgili şiirlere genel olarak ilahi denilmesine karşılık bu türlü örneklere Bektaşi tarikatından olanlarca Nefes adı verilmiştir. Nefeslerin tümü dini-tasavvufi konuları oluşturur. Toplumsal konuları işleyen nefesler de vardır (Duygulu, 1996: 63-64).

Nevruz: Mitolojik çağlardan günümüze birçok medeniyette, değişik halklarca, baharın gelişini kutlama törenlerine verilen addır. En eski inançlardan olan Zerdüşt inancının kutsal kitabı olan Avesta’ da ‘’ Nevruz; bolluğa ve kutsallığa saygı bayramıdır ’’. Hatta ‘’ Nevruz; ekin bolluğu bayramıdır’’ denildikten sonra uzun uzun bahsedilir(Azerbeycan’da Nevruz, 1997: 1).Orta Asya’dan Mezopotamya’ya göç eden Sümerliler ile Proto Sümerlilerden beri kutlanmaktadır (Makas, 1987: 59). Eski takvimlerde yeni yılın başlangıcıdır. Her ulus ve inanç gurubu kendi mitolojisine göre bu güne özel bir anlam vermiştir. Bektaşilerin bu gün okudukları şiirlere Nevruzname denilir.

Ocak: Devamın sürekliliğin sembolüdür, kutsaldır. Barınılan evin en kutsal yeridir. Alevi talipler gurubu dede ocakları etrafında kümelenmişlerdir.

On Dört Masum-u Pak: Hazreti Hüseyin Kerbela’da savaşır iken Yezid’in ordusunca vahşice şehit edilen on dört masum çocuk.

Oruç: Yanlışa ve kötüye karşı nefsin terbiyesidir. Oruçtan amaç aç kalmak değil, aç ve yoksulları bu yol ile anlamaya çalışmaktır.

Pir: Tarikat liderine verilen ad. Tasavvuf okulunun ilk kurucusunun unvanı.

Post: Tarikatta eğitici olan bir makamdır. Alevi cemlerinde 12 hizmet sahibine ait post vardır.

Rafızi: Tutmayan, bağlanmayan manasındadır. İlk üç halifeyi tanımayıp, halifenin Hz. Ali olması gerektiğine inanan guruba, kendi dışındakilerin, horlamak ve kötülemek amacıyla verdikleri addır. Rafızilik, İmam Zeynelabidin’in vefatından sonra oğlu Zeyd’den ayrılarak Ebubekir ve Ömer’in halifeliğini kabul etmeyen fıkra yani guruptur. İmamiyye’ nin diğer adıdır (İslam Tarihi Ans. 8/222).

Renkler: Aleviler beyaz rengi Hz. Muhammet’e, Al rengi Hz. Aliye, siyahı Hz. Fatma’ya, açık yeşil ve sarıyı Hz. Hasan’a, Açık kırmızı, pembe yeşili Hz. Hüseyin’e bağlarlar. Koyu sarı renk de Fatma Ana rengidir. Aleviler mavi rengi Yezit ve Muaviye kullandı diye sevmezler (Zelyut, 1991:340).

Rıza Lokması : Cem töreni sırasında pişen kurbandan dedenin talibe verdiği lokmadır. Bu lokma manevi birliği, toplumsal bir oluşu, dayanışmayı simgeler, kutsaldır.

Ruhun Beslenmesi: Anadolu aydınlanmasının baş mimarlarından birisi Şeyh Bedrettin Simavi’dir. En çok Varidat adlı eseri ile bilinir. İnancı için başını veren Bedrettin Varidat adlı eserinde bakın ruhun beslenmesi konusunda yüzyıllarca önce ne diyor:‘’ İnsan ruh ile bedenin birleşmesinde mürekkeptir. Bunlardan her birinin gıdaya, rahat ve nimete ihtiyaçları vardır. Bir kimse bedeninin beslenmesi için yenilecek ve içilecek şeyler tedarikine çalıştığı gibi, ruhunun gıdasını da hazırlamak zorundadır. Hatta; akıllı olan ruhunun gıdasını daha çok düşünür. Çünkü herhangi bir kişi cesediyle değil, ruhuyla insandır. Ruhunun gıdasını tedarike çalışmayan adam yoksun kalır. Ve hayatta iken ölmüşlerin sırasına girer.’’ (Kaygusuz, 1957: 160).

Safeviler: 1502-1722 Yılları arasında ağırlıklı olarak İran coğrafyasında etkili olmuş Alevi inançlı hanedana verilen ad (Turan, 2003: 21). Safeviler Erdebil Dergahının kurucularıdırlar.

Sema/Semah: Tarikat mensuplarının, cezbe yani coşku halinde, ayakta zikretmeleridir. Hünkar Hacı Bektaş Veli semah konusunda şöyle der: ‘’ Semah ariflerin aleti, muhiblerin ibadeti, taliblerin maksududur. Hakk’a ki; bizim semahımız oyuncak değildir. İlahi bir sırdır, mecazi değildir. O kimse ki semahı bir oyun sayar o cifittir, Namazı kılınır kimse değildir ’’, der (Yalçın, 2012: 109). Semahın oluşumu ile ilgili olarak 15. Yüzyılda yazılmış olan Aşıkpaşa Raks Risalesinde şöyle denmektedir: ‘’ Allah, kendini bildirmek ve alemi yaratmak isteyince, kudret diliyle ‘’ Kun ’’ (Ol) emrini verdi. Bir ilahi nağme koptu. Bu nağme on iki perdede karar kıldı. On iki perdeden dört oyun doğdu (Çerh, Raks, Muallık, Pertav). Allah alemi yaratınca, nurunu da onun üzerine bıraktı. Bu nurun zevkiyle bütün alem güldü. O İlahi Nağme’den dört saz ve sözden, on iki perdeden vücuda gelen oyun, bu aleme nasip oldu. Anasır-ı Erbaa (Dört eleman) bu oyuna uygun düştü (Ersoy, 2007: 4).

Şah: Bir şeyin en güzeli, yücesi kıymetlisi demektir. Şah sözüyle Aleviler, Allah, Muhammet ve Ali’yi anlatmak istemişlerdir.

Şii/Şia: Şia sözcüğü Arapça ‘’uymak’’ anlamına gelen ‘’ müşayaa ’’ sözcüğünden alınmadır. Taraftarlık edip, uymaya ‘’Şia’’ uyana ise ‘’ Şii’’ denir. Hz. Peygamber, ‘’ Ali’nin Şiası, kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileridir’’ buyurduğu rivayet edilmiştir (Künuz-ülHakaık, II. s.94). Şia inancında olanlara göre Hz. Muhammed, son haccından dönerken Mekke ve Medine arasındaki Cuhfe’de Gadiru Hum denilen bir su birikintisinin bulunduğu yerde, zilhiccenin on sekizinci Perşembe günü, öğle vakti, etrafındakilere, Allah’ın kitabı ve Ehlibeytine sahip çıkılmasını istemiştir. Bu olay Gadir Hum adıyla da anılır (Gölpınarlı, 1997: 26-27). Şii: Arapça taraftar, bir insanı kuvvetlendiren yardımcılar ve fıkra anlamında da kullanılır. Hz. Ali’ye inanan, onu tutan, taraftar olan, kimselere Şia-i Ali denir. Şiiler içerisinden yirmi kadar gurup çıkmıştır. Bunlardan öne çıkan bazıları şunlardır. Batınıyye (İsmailiyye),Benaniyye, Cenahiyye, Gurabiyye, Hattabiyye, İmamiyye (Rafızıyye), Kamiliyye, Mensuriyye, Müfevvide, Yunusiyye, Zemmiyye, Zeydiyye (İsl. T. Ans. 9/197).

Şeytan: İnsanları kötülüğe götüren, cennetten kovulmuş varlık, İblis. Ateş ve sudan yaratılmış, asıl adı Haris’tir. Adem’e secdeyi ret etmiştir.

Tahtacı: Alevilerin bir iç gurubudur. Gaziantep’ten Çanakkale iline kadar olan çizgide yaşayan, Erdebil süreğinden, Yanyatır ve Hacı Emirli Dede ocaklarına bağlı olan, yaptıkları orman işçiliğinden dolayı Tahtacı diye anılan Alevi gurubudur.

Tahta Kılıç: Uzak Asya’da Şamanlar kötü ruhlarla savaşmak üzere ‘’Tahta kılıç ‘’ kullanırlardı(Bozkurt, 1990: 105).

Talip: Ceme ikrar ayinine alınan Alevi kişiye verilen ad. Talep eden, isteyen demektir.

Tarikat: Tanrılık dini, bilgiyi elde etme yolu. Arapça yol anlamındaki tarık sözünden türemiştir.

Tasavvuf: Kişisel dincilik, İslam gizemciliği. Tanrı kavramını, gerçeği gönül yoluyla ya da irade gücüyle bulmayı amaçlayan felsefel din öğretisi (Hançerlioğlu, 1994: 617). Platoncu felsefe İslamiyet’in doğuşundan sonra bu din içerisinde özellikle İran coğrafyasında yayılıyor. Tasavvuf akımı doğarken ilk çağda ortaya konan ve doğayı oluşturan dört ilke; su, ateş, hava, toprak, tasavvufun temel kavramlarından biri oluyor. İlk çağda ortaya konan varlık türlerini oluşturan, ilkelerin hepsi biçim, boya ve kimlik değiştirerek tasavvufa girmiştir. Tasavvuf, İslam Dininin koyduğu katılığa karşı bir tepki olarak doğmuştur. Tasavvuf konusunda en yetkin kişiler Horasan ve İran coğrafyasından çıkmıştır (Aydın, 2006: 109). Tasavvuf düşüncesine göre, canlı cansız bütün varlıklar Tanrı’nın kendisidir. Bir bütün olarak evren Tanrı’nın kendisidir. İslam düşüncesine göre Tanrının yüceliğine ulaşılmaz. Tasavvufta Tanrı insan ile birlik içindedir. Tasavvuf inancının özü yoktan var olma değil, Tanrı’dan oluşmadır. Tanrı insanın ağzından konuşur. İnsan da konuşan bir Tanrı’dır (Başdemir, 1999: 129). Kısaca Tasavvufun esası Vahdet-i Vücut felsefesidir.

Tekke: Tarikat mensuplarının inanç ve ibadetlerini yerine getirdikleri mekanlardır. Osmanlı resmi kaynaklarından ve özel gayretler ile elde eden bilgilerden, 1826 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde, Alevi/Bektaşi cemaati için yapılmış veya yaptırılmış 6679 adet dergah, tekke, zaviye, hankah ve her 36 km. için bir özel koruma (can kurtarma) hanları var idi. Bu kurumlar 1826 yılında Osmanlılarca ya yıkılmış ya da Nakşibendi şeyhlerinin ellerine verilerek asimile edilmeleri istenmiştir (Özmen-Koçak, 2008: 208-210).

Teslim Taşı: Bektaşi dergahına teslimiyet manasına gelen, dervişlerin boyunun çıkarmadıkları taştır... Teslim taşının iç yüzü yani batını Hz. Ali’yi, dışa bakan yüzü ise zahiri yani Hz. Muhammed’i temsil eder. Teslim Taşı Bektaşi dervişlerinin taşıdığı bir eşyadır; 12 köşesi 12 imama denk düşer. Bektaşiler teslim taşını, yüzünü Allah’a dönmüşlerin taşı olarak tarif ederler. Teslim taşını boynunda taşımak, Pîr'e bağlılığı ifâde eder. Pir, Yol ve erkana giren dervişe, Teslim Taşını, tekbirlerle takardı. Özellikleri: On iki köşelidir ki bu Alevilikteki On iki İmam inancını simgeler. Altında ve üstünde iki taş bulunur ki bu soyun Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin'den devam ettiğini simgeler. Bektaşi Pirleri ve dedeleri tümü Hz. Muhammed'in ve 12 İmam' ın soyundandır. En altındaki düğüm katledilen Nesimi'yi simgeler Taşın takılı olduğu ip, Pir Sultanı ve asılmasını simgeler Bu ip kızıldır ki bu da Kızılbaş mantığını simgeler. Yorumunda bulunulur.

Tevella: Al-i Aba’nın velayetini tanımak, onları sevip, şefaat beklemektir.

Terceman: Bir iş yapılırken okunan dua yahut övgü sözleridir.

Tevhit: Alevi-Bektaşi cem ibadeti sonuna doğru, tüm cem erenlerinin Hakk’ı tempo halinde zikretmesi. Hakk’ın varlığının birlendiği bölüm. Tasavvufta birlemek. Allah’ın varlığına birliğine inanmak.

Tığlamak: Alevilerin kurban kesmek anlamında kullandıkları sözdür.

Turna: Turna tanrısallığın yeryüzündeki tecellileri içerisindeki temsilcisidir. Allah’ın beşer (insan) suretinde tecellisi olan Ali’yi sembolize eder (Melikof, 1993: 127). Alevi-Bektaşi deyiş, nefes ve türküleri yanında maniler içerisinde sık sık yer alan bir kuştur. İbni Fadlan, X. Yüzyılda Türkistan’da küçük bir toplumun turnaya taptığını anlatmaktadır. Başkurtların inancına göre gökteki samanyolu sürekli göç eden bir turna sürüsüdür. Bir Başkurt delikanlısı çok iyi çaldığı sazını göğe götürmüş, o saz gökte turnaya dönüşmüş (Akalın, 1993: 144). Turna/Durna, leylek büyüklüğünde, uzun bacaklı, zarif boyunlu, parlak duru güzel gözlü, zülüflü göçmen bir su kuşudur. Eşlerine bağlılıkları ile ünlüdürler. Eşi ölen turnalar yedi yıl eşini bekler, kolay kolay çiftleşmezler. Turnalar yaşlanan ana ve babalarının geçimini sağlarlar. Dostluk, sebat, sabır ve muhabbetin sembolüdürler (Elçin, 2003: 43). İslamiyet öncesi Türk inanışlarında turna, Gök Tanrı dışındaki ilahlardan birisi olarak kabul edilmekteydi. Turnayı avlayan avcının iflah olmayacağına inanılır. Alevi- Bektaşi geleneğinde turna katarı ayin-i cemi temsil eder (Ceylan, 2003. 35). Uzun zaman Yıldız Dağında yaylayan, Yusufoğlan köyünde cemlere katıldığı söylene Pir Sultan Abdal da turnayı anmadan edememiştir: ‘’Kim gördü dünyada balık izini, Eğildi öptü Kamber’in yüzünü, Turnalardan işittim avazını Turnalar Ali’mi görmediniz mi ?’’ Ömür boyu tek eşli bir yaşam süren turnaların eşlerinden biri avcılar tarafından vurulursa diğeri kendini suya atar, ölümü seçer. Velhasıl turna erdemli bir kuştur. ( Aytaş, 2003. 13). Turnalar dünyanın değişik halklarının mitolojilerinde de yer alırlar. Japonlarla uzun ömürlülüğün sembolüdürler. Boş zamanlarında birbirlerinin etrafında dönerken yaptıkları bazı hareketlere turna duası denilir. Sık sık kanatları yarı açık olarak dans ederler. Mekanları kurak ovalardır (Karabolat, 2003: 61).

Urum: Anadolu. Bizanslılarca Armania Prima olarak adlandırılan Doğu Anadolu topraklarına, Arap ve İslam tarihçilerinin verdiği addır. Sivas, Zile, Tokat ve Amasya yöresi Rumiye-i Sugra olarak adlandırılmıştır.

Vahdet-i Vücut: Allah’tan başka varlığın olmadığının bilincine varma, kainatı ’’ Bir ‘’ bilme düşüncesi. Hicretten iki yüz yıl sonra Arabistan’da ilk tekkenin kurulmasının ardından, Cüneyd-i Bağdadi, Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bestami gibi sofilerce geliştirilmiş, Şeyh-ül Ekber Muhyiddin Arabi tarafından da sistemleştirilmiştir. Bu teoriye göre; Hiç bir şey yok iken Allah vardı ve hiçbir şey kalmadığı zaman da Allah var olacaktır. Kainatta bulunan her şey odur ve her şey ondandır. Zira yaradan ezeli ve ebedidir. O ‘’ Vücud-ı mutlak’tır ’’ ve kusursuz güzelliğinden dolayı da aynı zamanda ‘’ Hüsn-ü mutlak’tır ’’. Varlığının ve güzelliğinin bilinmesi için kainatı yaratmıştır. İnsanı kötülüğe götüren Allah’tan uzaklaştıran nefistir. Nefsane duygulardan aşk ve irade ile kurtulunur. Buradaki aşk İlahi aşk’tır. Allah’ın varlığının dışında kainattaki her şey hayaldir, vehimdir. Mutlak varlığa ulaşmaya (Allah’ta yok olmaya) fenafillah) denir. Asıl gaye Bekabillah (Allah’ta sonsuz olma) dır. Kendini bu aşamada hisseden Hallac-ı Mansur, ‘’Enel Hak’’, ‘’Ben Hakk’ım’’ diyebilmiştir. Bunu diyen Hallacı Mansur asılmış, Azeri Seyit Nesimi’nin derisi yüzülmüştür. Bu öğretiye göre, kalbi Allah’a bağlayıp her şeyden el etek çekmek gerekir (Kaya, 2010: 753).

Veli: Allah dostu demektir. Çoğulu evliyadır. Tasavvufta Allah yolunda ilerlemiş, nefsine ve dünyaya sırtını çevirmiş, Allah’a ulaşmaktan başka amacı olmayan, Allah tarafından korunan, keramet sahibi kimse demektir (İslam Ans. 1991: 349).

Türkmenler: XI. Yüzyıldan sonra Anadolu’ya göç eden, Oğuz geleneklerine bağlı, Türk dillerinin güneybatı kollarını oluşturan halk (Özmen, 1998: 3/675).

Vilayet-Name: Velayet ermişlik veli olma demektir. Veli Allah’ın koruyup gözettiği kimsedir. Vilayetname; Bir velinin ağızdan ağıza söylenen, keramet ve menkıbelerini bir araya getiren kitaptır.

Yedi Renkli Tac: Anadolu’da Alevi kadınları başlarını günlük yaşamlarında bağlar iken, burada anacağımız renklerin bir sembol değer olarak başlarında bulunmasını isterler. Bunu yolun, tarikatın gereği sayarlar. Beyaz: Temizliği iffeti ifade eder, Hz. Muhammet. Al: Hz. Ali, Siyah: Hz. Fatma, Ana; Açık yeşil sarı: Hz. Hasan; Açık kırmızı yeşil ve pembe: Hz. Hüseyin, Yeşil tarikatı; Yeşil ve kırmızı çeki: Evli ve Ehlibeyt mensubu, sülaleden gelin; Kırmızı Çeki: Evli kadını; Beyaz Çeki: Evlenmemiş kızı, sembolize eder.

Yezit: Muaviye’nin oğlu, Emevilerin 2.ci halifesi ve Emevi hükümdarı ve Kerbela katliamını yaptıran kişidir. Aleviler ve Ehl-i Beyt’e sevgi duyanlarca nefretle anılır, lanet okunur.

Yezit ve Yezidi: Ümeyye Oğullarından Muaviye Hicretin altmışıncı yılı ölünce, yerine oğlu Yezid geçti. Yezid Müslümanlıkta, saltanat sarayıyla- debdebesiyle, vezirleriyle-nedimleriyle, ordusuyla-kumandanlarıyla, zindanıyla- celladıyla, ihsanıyla- in’amıyla, zulmüyle-kahrıyla… ve saltanat hanedanıyla- keyfi idaresiyle, hazinesiyle ve yoksul, sürünen halkıyla kurulmuştu. Kerbela’da kendi ordusunun şehit ettiği Hz. Hüseyin’in başı, sarayında içerken, bir tabak içerisinde önüne konduğunda; ‘’ Keşki Bedr’de bulunanlar sağ olsalardı da bu hali görselerdi ve sonra da bana, sevinerek elin var olsun diye seslenselerdi. Toplumun ulularını öldürdük. Bedir savaşının öcünü aldık; Haşimoğulları saltanatla oynadılar, yoksa ne gelen bir haber var, ne inen bir vahiy. Ben de anamın oğlu olmayayım. Ahmed oğullarının yaptıkları işlerin öcünü almazsam ’’ demiştir. (Luhut’uf’tan, Sıbt İbn Cevzi’nin Tezkire’sin den, Belagaat’ün Nisa’dan ve Ebü’l- Ferec’in Makaatil’üt- Talibiyyin’in den naklen, sayfa, 226- 227). İşte bu içi dışı kin dolu kindar kişi İslam aleminin başına geçmiştir. Yezid halife olmuş, Emirülmüminin diye anılmıştır (Gölpınarlı, 1997: 68-69). Yezide uydukları ve Şeytan’a taptıkları söylenen topluluk, Yezidi adıyla anılır. Yezidiler kendilerini, Ümeyyeoğullarından Mervan oğlu Abdülmelik oğlu Velid oğlu İbrahim oğlu Mervan oğlu Musa oğlu İsmail oğlu Müsafirin oğlu Şeyh Adiyy’e mensup sayarlar. Abbas’ul Azzavi’nin 1935 yılında yazdığı Tarih’ul Yezidiye adlı kaynağa göre; Arap Emevi soyundan olan Muaviye’nin oğlunun adı Yezid’ dir. Yezidiler ise kendilerini Yezid’ in yoluna mensup sayarlar. Yezidiler Şeytan’ı ‘’ Melek’i Tavus, Tavus Melek, Tavus’ül Melaike ’’ lakaplarıyla anar şeytanı mabud tanırlar. Yezidilerce Hz. Ali’yi şehit eden İbni Mulcem kutlu kişidir. Yezidiler, güneşe aya tenasüh yani ruh göçüne inanırlar. Liderleri Şeyh Adiy’ dir. Cilve, Mushaf-ı Raşş adlı kutsal kitapları vardır. Güneş doğarken güneşe üç kez eğilirler. Tenasuha (ruh göçü) inanırlar. Liderlerine mir adı verilir. Yezidiler, Kirvelik kurumunu yaşatan topluluklardandırlar. Her aralık ayında üç gün oruç tutar, oruçlarını şarapla açarlar. Güneydoğu illerimizde, Irak, Suriye gibi ülkelerde yaşarlar. Şeyh Adiyy 1166 yılında Laleş’te ölmüştür (Gölpınarlı, 1997: 144-145).

Yıldız Suyu: Pir Sultan Abdal’ın bir nefesinde ‘’ Sultan Suyu ’’ diye andığı, Yıldız Dağı eteğindeki ırmak.

Yol: Tarikat, izlenen inanç çizgisi. Tarikata gireni doğruluğa götürecek çizgi.

Zahid: Çok dindar aşırı derecede kaba sofu, Alevi olmayan.

Zındık: Batıl inancı olan kimse demektir. Eski dinlerden olup Ortadoğu’da yayılan Mani ve Mazdek dini mensuplarına da Zındık denmiştir.

Zakir: Tekkelerde zikirleri hareketlendirmek için ilahi okuyan zikir çeken dervişlere verilen ad. Alevi-Bektaşi cemlerinde saz çalıp nefes okuyanlara verilen ad.

Zikir: Anmak, hatırlamak demektir. Tarikatlarda Hakk’ın toplu olarak art arda anılmasıdır. Allah’tan başka her şeyi unutma demektir.

Zülfikar: Hazreti Ali’nin ucu çatal kılıcına verilen ad. Bedir savaşı sırasında el-As bin Münebbih’ ten ganimet olarak ele geçirilmiş, daha sonra bu kılıç Hz. Muhammet tarafından Hz. Ali’ye hediye edilmiştir (Öztürk, 2009: 102 - Kaya, 2010: 794 - Noyan, 1977: 7870 – Birge, 1991: 248-269) Baltacı, 2011: 13-167 – Kara, 2011: 44 - Özmen, 1998: 3/628 – Hoca Sadettin Efendi, 1992: I-II-III-IV-V Tarama).


Kaynak: Dünden Bugüne Yusufoğlan, Ali AKSÜT, Yusufoğlan Köyü Derneği Yayınları, Ankara, 2013
logo