Önemli Mekanlar

Eyne Doğla (Eynedola- Aynadoğla)

Eynedoğla, Yusufoğlan köyünde eski bir yurt yeri ve mevkii adıdır. Eynedoğla mevkii Yusufoğlan köyünün geçmişinin kilit taşıdır. Yusufoğlan köyü yaşlılarından bazıları, bu günkü yerleşim yerine göçenlerin bir kısmının Keloğlan Dağı’ndan akan Kasap Deresi üzerinde temel kalıntıları ve eski mezarlık izlerinin bulunduğu mevkiden geldiklerini söylemektedirler. Bu mevkiinin adı geçmişten günümüze Eyne Doğla’dır. Eyne Doğla mevkii yurt yeri olmaya çok elverişlidir.


Yıldız Dağı ve Efsanesi

İnsanlığın tarihi, su gözelerinin başı, akarsu kıyıları ile yüce dağların etrafında şekillenmiştir. Her dağ etrafında oluşmuş kökü mitolojik devirlere kadar uzanan söylenceler vardır. Yıldız Dağı Sivas ile Tokat illeri arasındaki en büyük yükseltilerden birisidir. Dolayısı ile mitolojik söylencelerden kısmet alması doğaldır. Bu söylencelerden birisi şöyledir. Dünyada yaşanan en büyük tufanın Hz. Nuh zamanında olduğu söylenir. Söylencelere göre Nuh’un gemisi tufan sırasında Yıldız Dağı’na gelmiş. Geminin altı Yıldız Dağı’na sürünmüş. Nuh Peygamber Yıldız Dağı’nı uyarmış:

"Hey gidi mübarek, yıldızlara değeceksin, biraz enginleş, yıkıl." demiş. Yıldız Dağı bu söze uymuş, yüksekliğini azaltıp, enginleşmiş (Özen, 2001: 311).

Coğrafi adlar o yerin tüm zamanlardaki tanığıdır. Dağ, taş, dere, tepe olarak geçmişi yaşatırlar. Her dağın bir öyküsü vardır. Yıldız Dağı da mitolojik dönemden Nuh Peygamber’den Pir Sultan Abdal’a kadar değişik söylencelere konukluk etmiştir.

Ayrıca dağlar, Türkler tarafından Tanrı makamları olarak kabul edilmişlerdir. Geçmişte her boyun bir kutsal dağı var idi. Anadolu’nun Ana Tanrıçası Kybele bile bir dağ tanrıçasıydı (Alp,2009: 33).

Ocak merkezi Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz köyü olan Koca Haydar Pir Sultan Abdal’ın, ikinci ve yaylak yurdu Yıldız Dağıdır. Yıldız Dağı yöredeki konumu gereği, tarihte birçok olaya konukluk etmiştir. Bunlardan birisi 13. yüzyılda gerçekleşmiştir.1527 Yılında İlhanlılar döneminde Yulduz Dağı ve çevresi Moğol Baycu Noyan ile Şemseddin Yav-Taş’ın emrindeki İzzeddin’in askerleri karşı karşıya gelmişler, bu kavgada Muinuddin Pervane ve Moğol askerleri yenilmişlerdir (Turan,2005: 504; Turan, 2002: 677).

Yıldız Dağının zirvesinde 1500 dönüm kadar bir düzlük alan bulunmaktadır. Burada Horasan taş ile yapılmış dedikleri bir kale kalıntısı vardır. Kale duvarlarında üç beş tonluk taşlar kullanılmıştır. Yıldız köyünün güneybatısında Bağlıören adlı bir yerleşim yeri var imiş. Çok eski bir zamanda buradan Yıldız Dağı tepesine kadar asker dizip, söngüt taşı taşınmış. Söngüt taşı çevrede bulunan yumuşak, kül renginde, işlenmesi kolay olan bir taştır. Zirvedeki antik kalıntılar içerisinde kuyular da bulunmaktadır. Dağ çevresinde içinde insan barınabilecek küçüklü büyüklü inler olduğu söylenmektedir. Dağ, Doruk noktasına üç yüz metreye kadar ağaçlarla kaplıdır. Zirveye doğru tamamıyla taşlık ve çıkışı zorlaştıran bir alan bulunmaktadır.


Ortada Kalan Er

Yıldız Dağı her bir yanı ayrı bir güzellikte, her tarafı eski kadim medeniyetlerden izler taşır. Dağın her köşesinde bir ören yeri vardır. Her koyakta, belde bir Alevi-Bektaşi süreğinden anı saklar. Yıldız Dağı’nın kuzey eteğinde Karataşlar denilen mevkide eski bir mezarlığın izleri günümüze kadar ulaşmıştır. Bu mezarlığın adı yöre halkının dilinde ‘’ Kalan Er ’’ dir. Yöre halkından kimileri burayı Karaören diye de adlandırmaktadır.

Alevi Bektaşi öğretisinde bazı yörelerde eski inanç önderleri, din uluları ‘’ Er ’’ sıfatıyla anılmaktadır. Bunun bir örneği Yusufoğlan yerleşiminin içinde bulunduğu Sivas-Tokat yöresiyle da bağlantılı sayılan Şahkulu’nun başkaldırı başlattığı Antalya Korkuteli ilçesi Büyükköy ve Küçükköy çevresinde bazı ziyaretler ‘’ Er ’’ diye tanımlanmaktadır. Aşıklık geleneğinde de ’ Pir Dolusu ‘’ , ‘’ Er Dolusu ’’ ile aşıklığa adım atma vardır.

Yusufoğlan köylüleri etnik yapıları sorulduğu zaman kendilerini Türkmen, Türk şeklinde ifade etmektedirler. Türkler tarih boyunca çok değişik dinlere inanmışlardır. Ancak temel olarak; tabiat kuvvetlerine inanma, Atalar Kültü, Gök-Tanrı dini, onlar üzerindeki temel etkenlerdir (Günal, 2004: 123). Ancak bu topluluklar bin yıl kadar önce geldikleri Anadolu halklarının kültürlerinden de etkilenmiş, karşılıklı kültür alışverişinde bulunmuşlardır.

Atalarımıza göre, yer ve suların ruhları vardır. Bunların en önemli temsilcisi dağlardır. Dağlar tanrıların yoludur, ilahi bir güce sahiptirler. Ayrıca dağlar, hayali ruhların mekanıdır. Dolayısı ile dağlar kutsal addedilir. Uygur Türklerinin Ötüken Dağını başkent yapmalarının ardındaki neden bu kutsallık algılamasında yatmaktadır (Rahman,1996: 136).

Ayrıca Türk Mitolojisinde, Erenler; başlangıçta insanlara yardım eden bir su ruhun adıdır. Erenler terimi İslamiyet’in yayılmasından sonra Allah’a yakın olan kişiler için kullanılmıştır (Öztürk, 2009: 341).

Eski tasavvuf bilginlerine göre, ‘’ Dağ Velileri ’’ olarak bilinen veliler vardır. Dağlar velilere tahsis edilmiştir. Veliler dağlarda gömülüdür. O dağın o velinin adı ile anılması gerekir (Kalafat, 2009: 55). İşte bu Dağ Velileri, inanç ve kültürümüzü bekleyen Er’lerdir.


Yusuf Dede Tekkesi ve Yusuf Dede'nin Topuzları

Her Alevi yerleşim yerinde kutsal mekânlardan birisi biraz öne çıkar. Yusufoğlan köyünde ise öne çıkan mekan Yusuf Dede türbesidir. Yusuf Dede köyün Yıldız Dağı tarafındaki ad verdiği mezarlıktaki bir türbede yatmaktadır.

Köylülerin günümüze taşıdıkları sözlü geleneğe göre, Yusuf Dede, Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı dönemde köye gelmiştir. Nereden geldiği bilinmeyen, Seyit olduğu söylenen Yusuf Dede’nin çocukları bu köyde çoğalmışlardır. Oysa köyde dede ailesi ya da Yusuf Dede soyundan olduğunu söyleyen hiç bir aile bulunmamaktadır. Köyde yaşayanların tümü kendi ifadelerine göre talip topluluğudurlar. Hangi ocaktan ve nereden geldiğini bilmedikleri Yusuf Dede’nin, Çorum ‘da bulunan Alevi yerleşimlerinden birisinden gelmiş olduğu rivayeti de vardır. Çorum Alaca ilçesi Çomar köyünden gelip Yusuf Dede’nin yakını olabileceklerini söyleyenler olmuştur. Bu köylülerin Sivas'tan göçmüş oldukları kayıtlarda mevcuttur.

Yeni adıyla Çomar, eski adıyla Çobanpınarı köylülerinin sözlü geleneklerine göre, Pir Sultan Abdal’ın oğlu Seyit Ali Sultan’ın Banaz’da başı sıkışınca etrafındakilerle birlikte Çorum Alaca Çobanpınarı yani Çomar köyüne göçmüştür. Pir Sultan Abdal’ın Sivas kalesinde asılmasının ardından, yakınları, talipleri ve Alevi inançlı kitle üzerinde yoğunlaşan baskıların bir neticesi olarak çevreden göçler olduğu kesindir.

Köyde bir mevkiin adı Culfa Kayası’dır. (Yusufoğlan köyünde de Culhalık kuyusu bulunmaktadır.) Çomar köyünde yaşayan sözlü geleneğe göre Battal Gazi bu mağarada saklanmıştır. Alaca ilçesinde, eski adı Horamözü olan Alacahöyük köyünde Garipçe, Tegane, Bektaş Dede ve Yusuf Dede Tekkesi vardır. Yine Çorum ili Alaca ilçesinin Kayabüvet köyünde ise Pir Sultan Tekkesi bulunmaktadır (Geçmişten Geleceğe Etonya Hüseyinabad Alaca, 2002: 66. 79. 277). Bunlar tesadüfî isimler olmayıp, Osmanlı dönemindeki karışıklıklar nedeniyle iki bölge arasındaki nüfus hareketlerinin bir göstergesidir.

Yusufoğlan Köyü çevresinde bulunan Yusuf Dede, Ellez Dede ile Yakupoğlan köyünde türbesi bulunan Yakup Dede üç kardeş imişler. Türbenin güney batısında ‘’ Yusuf Dede’nin gözesi ’’ denilen bir pınar varmış. Bu pınardan çıkan su günümüzde köy içindeki bir çeşmeden akmakta, içme suyu olarak kullanılmaktadır. ‘’Topuz’’ adı verilen, ardıç ağaçlarında doğal ortamda oluşan, yumrular kesilip toplanarak, Yusuf Dede’nin türbesinin dış yüzünde korunmaktadır. Buradaki topuzların köylülerin kendi ataları tarafından yapıldığı söylenmektedir. Yusuf Dede’yi ziyarete gidenler ayrıca topuzları da öper, değişik dileklerde bulunurlarmış. Kimi ziyaretçiler topuzları gövdelerindeki hasta olan bölgeye sürerek şifa bulacaklarına inanmaktadırlar. Yusufoğlan köylüleri bu ve diğer ziyaret yerlerine, lokma adayıp, ağırlıklı olarak Perşembe akşamları kömbe, gilik, çörek, kaygana, meyve, çerez vb. gibi yiyecekler götürürler. Götürülen lokmaların yarısı hemen hemen çoğu Alevi-Bektaşi yerleşim yerlerinde olduğu gibi ‘’ Kurdun, kuşun payı ‘’ olarak türbe ve ziyaret yerlerinde bırakılır.

Anadolu Alevilerinin, cem içerisinde, geçmişte Erkan değneği adını verdikleri, kutsadıkları bir çubuk ile inanç önderleri dedeleri tarafından sırtları sıvazlanır idi. Balım Sultan süreğinden sonra Babagan Bektaşiler ‘’ Pençe’’, Pençe’i Al-i Aba ‘’ adını verdikleri el ile sırt sıvazlamayı yeğlediler. Ancak bu topuzların cemlerde kullanılan Erkan değneği ile bir ilgisi yoktur. Alevi topluluklar cemlerinde; Alaca Değnek, Asa, Çomak, Çevgan, Erkan Değneği, Erkan-ı Evliya, Emanet, İmam Çöpü, Melheme, Ser-Deste gibi adlarla anılan bu üç boğumlu değnekler ile sırt sıvazlatırlarmış (Baha Sait Bey, 2000:104). Alaca Değnekler altmış santimetre uzunluğunda üç santimetre çapında Tahtacılarca meydan erkanı diye adlandırılan değnektir (Baha Sait Bey, 2000: 107). Bazı yörelerde değneğe erkan çubuğu da denmektedir. Yusufoğlan’daki bu topuzlar belki de erkan değneklerinin en erken, doğal halidir, ancak topuzlar için Erkan değneğidir demek yanlış olur. Bu topuzların eski bir örneği Tokat müzesinde ‘’ Topuzlar ’’ ‘’ Maces - Wood ’’ adıyla sergilenmektedir.


Isıtma Çamları (Sıtma Çamları) – Yusuf Dede'nin Korusu

Eski Türklerde meyvesiz ağaçlar tanrıyı sembolize ederken, Anadolu’da meyveli ağaçlar da kutsal ağaçlardan sayılmaktadır (Ergun, 2004: 367). Yusufoğlan köylülerinin Yıldız Dağı tarafındaki ilk yamaçtaki koruluğa verdikleri ad Isıtma Çamları’dır. Buraya Yusuf Dede'nin Çamları da denmektedir.

Yusufoğlan köyünden birisi yıllar önce, buradan yakmak üzere evine bir çam dalı getirmiş. O adamın evi yanmış. Isıtma çamının odunu yerinde yakılır ise, bir şey olmazmış diye inanılıyor. O mevkiden yakmak üzere tek bir dal bile koparılmıyor. Buradan sadece cemlerde kullanılmak üzere odun getirilmektedir.

Bilinmeyen bir zaman önce Yusufoğlan köyüne bir ermiş kişi gelmiş. Köyde geçmişte sık sık sıtma salgını olurmuş. Bunu bilen ermiş kişi bugünkü türbenin yakınındaki çamlığa gelerek, "sıtma tutan insanları bu çamlığın güneyinden başlayarak üçer kez dolandırırsanız sıtmaları geçer" diye tembihleyip, gitmiş. Bu söze itikat edenlerin (inanıp, koruyu dolananların) sıtması geçmiş, sağlıklarına kavuşmuşlar. Sıtma çamları adı da buradan kalmış. Eskiden sıtmaya, yöre dilinde "ısıtma" dendiği için adı ısıtma çamı olarak kalmış. "Biz atalarımızdan böyle duyduk" diyorlar (Görüşme, Halil Özel: 25 Ekim 2011).


Kaynak: Dünden Bugüne Yusufoğlan, Ali AKSÜT, Yusufoğlan Köyü Derneği Yayınları, Ankara, 2013
logo